NİSA 24 |
وَالْمُحْصَنَاتُ
مِنَ
النِّسَاء
إِلاَّ مَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُكُمْ كِتَابَ
اللّهِ
عَلَيْكُمْ
وَأُحِلَّ
لَكُم مَّا
وَرَاء
ذَلِكُمْ
أَن
تَبْتَغُواْ بِأَمْوَالِكُم
مُّحْصِنِينَ
غَيْرَ مُسَافِحِينَ
فَمَا
اسْتَمْتَعْتُم
بِهِ مِنْهُنَّ
فَآتُوهُنَّ
أُجُورَهُنَّ
فَرِيضَةً
وَلاَ
جُنَاحَ
عَلَيْكُمْ فِيمَا
تَرَاضَيْتُم
بِهِ مِن بَعْدِ
الْفَرِيضَةِ
إِنَّ
اللّهَ
كَانَ عَلِيماً حَكِيماً |
24. Evli kadınlar da
(size haram kılındı). Sahib olduğunuz cariyeler müstesna. (Bunlar) Allah'ın
size yazdıklarıdır. Geriye kalanları ise -iffetinizi koruyup zinaya
sapmaksızın- mallarınızIa (nikah yolunu) aramanız size helal kılındı. O halde
onlardan hangisi ile faydalandı iseniz, ondan dolayı onlara tayin edildiği
şekilde mehirlerini veriniz. Miktarını tayin ettikten sonra da, gönül hoşluğu
ile uzlaştığınız şey hakkında size bir vebal yoktur. Şüphesiz Allah, hakkıyla
bilendir, Hakimdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı ondört başlık halinde sunacağız:
1- Evli (Muhsan) Kadınlar:
2- Ayet-i Kerimenin Açıklanması İle
İlgili Görüşler:
3- Allah'ın Yazdıkları:
4- Ayet ile Haram Kılınanlar ve Ayrıca
Hadis-i Şerifte de Haram Kılındıkları Bildirilenler:
5- Bir Arada Nikah Altında Tutulmaları
Haram Olan Kadınlar:
6- Nikahda da İffeti Korumak Esastır:
7- Mehir.
8- Mehir Neyin Karşılığıdır:
9- Ayetten Kasıt Mehir midir, Mut'a
Nikahı mıdır:
10- Mut'a Nikahının Kaç Defa Mübah
Kılınıp Nesh Olunduğu:
11- Mut'a Nikahına Dair Hükümler:
12- Mut'a Nikahı Halinde Had Sözkonusu
mudur?
13- Mehir Olarak Verilecek Değerin
Mahiyeti:
14- Mehrin Artırılıp Eksiltilmesi:
1- Evli (Muhsan) Kadınlar:
Yüce Allah'ın:
"Evli kadınlar da" buyruğu, daha önce geçen ve evlenilmeleri haram
kılınmış olan kadınlara atfedilmiştir. Muhsan olmak, korunmak, kendisini himaye
etmek demektir. İçinde korunulduğundan dolayı kaleye "hısn" adının
verilmesi de buradan gelmektedir.
Yüce Allah'ın: "Ve
Biz ona sizin faydanıza savaşlarınızda sizi korusun diye giyecek yapmak
sanatını öğrettik" (Enbiya, 80) buyruğundaki "korumak" anlamını
ifade eden kelime de bu kökten gelmektedir. Ata "hisan" denitmesi de burdan
gelmektedir. Çünkü at, sahibini helak olmaktan korumaktadır. el-Hasan ise,
kendisini helaktan koruduğundan dolayı iffetini koruyan kadına denir demiştir.
Nitekim şair Hassan b. Sabit de, Hz. Aişe (r.anha) hakkında şöyle demiştir:
"İffetini koruyandır. Oldukça vakarlıdır. En ufak bir şüphe dolayısıyla
itham olunmaz asla. Ve o, her zaman için birşeyden haberleri olmayanların
etinin tadına bakmaz. (Kimsenin gıybetini yapmaz)."
Mastarı ise
"el-hasane" diye gelir. Hısn (kale) kelimesi de "ilm"
kelimesi gibi (aynı vezinde) dir.
Muhsanat'tan burada
kasıt, kocası bulunan kadınlardır. Muhsan kadın denilince, evli kadın
anlaşılır. Muhsin kadın ise, hür kadın anlamındadır. Yüce Allah'ın:
"Mü'minlerden muhsan (hür ve iffetli) kadınlarla sizden önce kendilerine
Kitap verilenlerden muhsan kadınların ... " (el-Maide, 5) bu yruğundaki
"muhsan" kelimeleri bu kabildendir. Muhsin kadın, iffetli kadın
demektir. Nitekim Yüce Allah: "Gizli dost edinmeyen muhsan kadınlar"
(en-Nisa, 25) diye buyurduğu gibi, burada da: "İffetini koruyup (muhsan
erkekler) zinaya sapmaksızın ... " diye buyurmaktadır. Buna göre muhsana,
muhsine ve hasan kelimeleri, itletli kadın, yani fısktan uzak duran, kendisini
koruyan kadın demektir. Hür olmak da kadını, kölelerin yaptığı, işlediği
işlerden alıkoyar, engeller. Yüce Allah'ın: "Muhsan kadınlara iftirada
bulunan kimseler. .. " (en-Nur, 4) buyruğunda "muhsan
kadınlar"dan kasıt hür kadınlardır.
Cahiliye döneminde
cariyelerin zina etmeleri bir örftü Nitekim Utbe kızı Hind, Peygamber
(s.a.v.)'e beyat ettiği sırada: "Hiç hür kadın zina eder mi?" diye
sormuştu. Koca aynı zamanda hanımının bir başkasıyla evlenmesini
engellemektedir. (Evli kadına ''muhsan" denilmesi bundandır.) Buna göre
"Ha, Sad ve Nun" harflerinin oluşturduğu kelimenin anlamı,
açıkladığımız gibi, alıkoymak, engellemektir. İhsan kelimesi İslam hakkında da
kullanılır. Çünkü İslam da koruyucu ve engelleyicidir. Ancak bu anlamda Kitapta
varid olmamıştır. Fakat sünnette varid olmuştur. Peygamber (s.a.v.)'in şu
hadis-i şerifi bu kabildendir: "İman, habersizce, suikast yoluyla
öldürmenin bağıdır (engelidir)." Şair el-Hüzeli'nin şu beyiti de bu
kabildendir: "Ey Malik'in anası, artık şimdi durum evdeki gibi değildir.
Fakat boyunları zincirler (yükümlülükler) çevrelemiş bulunmaktadır."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Haydi gel konuşalım, dedi, Olmaz, dedim, Allah da, İslam da
senin bu halini kabul etmez,"
Suhaym'in şu mısraındaki
ifade de bu türdendir: "Kişiyi engelleyici olarak, ağarmış saçları ve
İslam yeterlidir,"
2- Ayet-i Kerimenin
Açıklanması İle İlgili Görüşler:
Bu husus böylece
anlaşıldıktan sonra, şunu belirtelim ki, ayet-i kerimenin tevili hususunda ilim
adamlarının farklı görüşleri vardır,
İbn Abbas, Ebü Kılabe,
İbn Zeyd, Mekhul, ez-Zühri ve Ebu Said el-Hudri der ki: Burada muhsan (evli)
kadınlardan kasıt, özel olarak ve yalnızca kocaları bulunan ve esir alınan
kadınlardır. Yani bu kadınlar harp diyarından esir alınmak suretiyle kişinin
malik oldukları dışında, haramdır. Esir olarak mülkiyete geçirilen kadınlar
ise, payına düştükleri kimseye -kocaları bulunsa dahi- helaldiL Bu aynı zamanda
Şafii'nin: Esirlik, nikahın hükmünü kaldırır şeklindeki görüşünü de ifade eder,
İbn Vehb ve İbn Abdilhakem de böyle demiş, bunu Malik'ten de rivayet
etmişlerdiL Eşheb de bu görüştedir. Buna da Müslim'in Sahih'inde rivayet
ettiği, Ebu Said el-Hudri yoluyla gelen şu hadis-i şerif delalet etnektedir:
Resulullah (s.a.v.), Huneyn günü Evtas'a bir ordu gönderdi. Bu ordu düşman ile
karşılaştı, onunla savaştılar. Düşmana galip gelip kadınlarını, çocuklarını
esir aldılar: Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından bazıları, müşrik kocaları
dolayısıyla onlarla ilişki kurmaktan çekindiler. Bunun üzerine Yüce Allah bu
hususta: "Evli kadınlar da (size haram kılındı), Sahip olduğunuz cariyeler
müstesna" buyruğunu indirdi, Yani bu kadınlar iddetleri sona erdikleri
takdirde, size helaldirler"
İşte bu ayet-i kerime
Peygamber (s.a.v.)'in ashabının, kocaları bulunan esir alınmış kadınlarla
ilişki kurmaktan çekinmeleri sebebiyle nazil olduğu hususunda sahih Ve sarih
bir nastır. Yüce Allah, onların bu çekinmelerine cevap olmak üzere: "Sahip
olduğunuz cariyeler müstesna" buyruğunu indirmiştir, Malik, Ebü Hanife ve
arkadaşları, Şafii, Ahmed ve İshak ile Ebü Sevr de bu görüştedir. Yüce Allah'ın
izniyle sahih olan da budur.
Ancak fukaha böyle bir
cariyenin ne ile istibra edileceği hususunda farklı görüşlere sahiptir.
el-Hasen der ki: Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabı, esir aldıkları cariyeyi bir
defa ay hali olmakla istibra ediyorlardı Yine Ebu Said el-Hudri yoluyla,
Evtaslılardan alınan kadın esirler hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Hamile esir kadın ile doğum yapıncaya, hamile olmıyan esir bir kadın ile
de ay hali oluncaya kadar ilişki kurulmaz."
Görüldüğü gibi burada,
önceki kocanın firaşı (yani onunla birlikte oluşu nikahı)'nın herhangi bir
etkisi kabul edilmemiştir. "Esir alınan kadın mülkiyet altındadır."
Fakat o bir zevce idi ve nikahı ortadan kalktı. O bakımdan cariyeler gibi iddet
yapmalıdır denilemez.
Nitekim el-Hasen b. Salih'ten
şöyle dediği nakledilmiştir: Böyle bir cariye kadının, eğer dar-ı harpte kocası
var ise iddeti iki aydır. Şu kadar varki, ilim adamlarının tamamı bu şekilde
kocası bulunan esir kadının da, kocası bulunmayan esir kadının da,
istibralarının aynı şekilde ve bir defa ay hali olmakla gerçekleşeceği
görüşündedirler. Malik'in mezhebinde meşhur olan görüşe göre de karı-kocanın
bir arada esir alınmaları ile, ayrı ayrı esir alınmaları arasında bir fark
yoktur. İbn Bukeyr'in ondan rivayetine göre, eğer karı-koca birlikte esir
alınır ve kocası hayatta bırakılırsa, nikahları üzere devam ederler. Burada
Malik'in bu rivayetteki görüşüne göre, kocasının bırakılması, malik olduğu
şeylerin de bırakılması demektir. Çünkü artık onun bir ahdi olmuştur. Hanımı da
malik olduğu şeyler arasındadır. Dolayısıyla bü'birlerinden ayrılmazlar. Bu Ebu
Hanife'nin ve es-Sevri'nin de görüşüdür. İbnü'IKasım da bu görüşte olup, ayrıca
bunu Malik'ten rivayet etmiştir.
Sahih olan ise,
zikrettiğimiz gerekçe dolayısıyla birinci görüştür. Diğer taraftan Yüce Allah
da: "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" diye buyurmaktadır.
Böylelikle Yüce Allah, sağ elin sahip oluşuna (malik olmaya) durumu bağlamakta
ve bunu etkin sebep olarak ortaya koymaktadır. Böylelikle hem umum açısından,
hem de gerekçelendirmek (ta'lil açısından hüküm ona taalluk etmektedir. Bundan
tek istisna delil ile tahsis edilendir.
Ayet-i kerime ile ilgili
olarak Abdullah b. Mes'ud, Said b. el-Müseyyeb, elHasen b. Ebi'I-Hasen, Ubey b.
Ka'ab, Cabir b. Abdullah ve İkrime'nin rivayetine göre, İbn Abbas'ın ifade
ettiği ikinci bir görüş daha vardır. Bu görüşe göre ayet-i kerimede
kastedilenler, kocaları bulunan kadınlardır. Yani bu kadınlarla evlenmek
haramdır. Şu kadar var ki, kocanın, kocası bulunan bir cariye satın alması bundan
müstesnadır. Çünkü böyle bir cariyeyi satmak, onu boşamak demektir. Yine onu
sadaka olarak vermek, onu boşamaktır. Miras alınması da onu boşamaktır. Kocanın
onu boşaması da onun boşanmasıdır.
İbn Mes'ud der ki:
Kocası bulunduğu halde cariye satılacak olursa, müşteri, o cariye ile ilişki
kurmakta daha bir hak sahibidir. Aynı şekilde esir alınan kadının durumu da
böyledir.
Bütün bu hususlar,
cariye ile kocasının birbirlerinden ayrılmalarını gerektiren sebeplerdir. Bu
kanaatin sahipleri derler ki: Durum böyle olduğuna göre, cariyenin satışının da
onu boşamak gibi olması kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü, bütün müslümanların icmaı
ile kabul ettikleri şu ki, aynı anda bir kadının ferci iki kişiye birlikte
helal olamaz.
Derim ki: Ancak bu
görüşü Berıre ile ilgili hadis-i şerif reddetmektedir. Çünkü Aişe (r.anha)
Beri're'yi satın almış ve onu azad etmiştir. Daha sonra Peygamber (s.a.v.),
onu, kocası olduğu halde muhayyer bırakmıştır.
Berire'nin Hz. Aişe'nin
onu satın alıp arkasından azad etmesinden sonra da kocası Muğis'in nikahı
altında iken muhayyer bırakılmış olduğu üzerinde icma etmiş olmaları, cariyenin
satışının onun boşanması demek olmadığının delilidir. Rey ehli olsun, Hadis
ehli olsun, değişik bölgelerin fukahasının topluluğu bu görüştedir. Bunlar,
aynı şekilde, bu durumdaki cariyeye talak verilmesi dışında herhangi bir yolla
boşanmasının sözkonusu olmayacağını kabul etmişlerdir.
Bazıları Yüce Allah'ın:
"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" buyruğunun genel olduğunu ve
bunun savaş esiri kadınlara kıyasen böyle olduğunu delil göstermişlerdir. Şu
kadar varki bizim sözünü ettiğimiz Berire ile ilgili hadis-i şerif, bunu tahsis
etmekte ve bu kanaati reddetmekte; böyle bir hükmün Ebü Said el-Hudri hadisine
göre savaşta alınan esirlere has olduğunu ortaya koymaktadır. Yüce Allah'ın
izniyle doğru ve gerçek olan da budur.
Ayet-i kerime ile ilgili
olarak üçüncü bir görüş daha vardır. es-Sevri, Mücahid'den, o, İbrahim'den, o
da ibn Mes'ud'dan Yüce Allah'ın: "Evli kadınlar da (size haram kılındı).
Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" buyruğu hakkında dedi ki: Maksat,
müslümanlardan olsun, müşriklerden olsun, kocaları bulunan kadınlardır. .. Ali
b. Ebi Talib de dedi ki: Maksat müşriklerden kocaları bulunan kadınlardı!'..
el-Muvatta'da Said b.
el-Müseyyeb'den: "Evli kadınlar da" buyruğunda kastedilenler,
kocaları bulunan kadınlardır. Bu da Yüce Allah'ın zinayı haram kıldığı anlamına
gelir.
Bir kesim de şöyle
demektedir: Bu ayet-i kerimede muhsan kadınlardan kasıt, iffetli kadınlardır.
Yani bütün kadınlar haramdır. Allah, ister kocası bulunsun, ister kocası
bulunmasın bütün kadınlara "muhsan" adını vermiştir. Çünkü şer'i
hükümler özleri itibariyle bunun böyle olmasını gerektirmektedir.
"Sahip olduğunuz
cariyeler müstesna" buyruğu, ister nikah yoluyla, isterse de satın almak
yoluyla sahip olduğunuz kadınlar demektir. Bu, Ebü'lAliye, Abıde es-Selmanı,
Tavus, Said b. Cübeyr ile Ata'nın görüşüdür. Ayrıca Abıde bunu, Hz.
Ömer"den de rivayet etmiştir. Böylelikle bunlar nikahı da sahip olunan
şeyler kapsamına sokmuşlardır. Bunlara göre Yüce Allah'ın: "Sahip
olduğunuz cariyeler müstesna" buyruğunun anlamı şöyle olur: Yani
nikahlarına sahip olduğunuz ve satın almak suretiyle de kendilerine malik
olduğunuz cariyeler müstesnadır. Böylelikle, sanki nikah altındaki kadınlar da,
malik oldukları cariyeler de kişinin sağ elinin malik oldukları kimseler
gibidirler. Bunların dışında kalanlar ise zina olur. Bu da güzel bir
açıklamadır.
İbn Abbas der ki:
"Evli kadınlar (muhsanat)"dan kasıt. müslümanlardan olsun, Kitab
ehlinden olsun, iffetli kadınlar demektir. ibn Atiyye der ki: Bu açıklamaya
göre, ayet-i kerimenin anlamı, zinanın haram kılınışına raci olur.
Taberi, isnadını
kaydederek, bir kişinin Said b. Cübeyr"e şöyle dediğini nakletmektedir:
İbn Abbas'a bu ayet-i kerime hakkında soru sorulduğunda, bu ayet-i kerimeye
dair herhangi bir şey söylemediğini görmedin mi. Said dedi ki: İbn Abbas bunu
bilmiyordu. Yine Mücahid'den şöyle dediğini senediyle nakletmektedir: Bana bu
ayeti kimin tefsir edebileceğini bir bilsem, hiç şüphesiz develerin sırtında
uzun yolculuklar yapar yine ona giderdim. Bu da Yüce Allah'ın: "Evli
kadınlar ... Hakimdir" ayetidir. ibn Atiyye der ki: Bununla birlikte ben
bu sözün İbn Abbas'a nasıl nisbet edildiğini de bilmiyorum, Mücahid'in böyle
bir sözü nasıl söylemiş olduğunu da bilmiyorum,
3- Allah'ın
Yazdıkları:
Yüce Allah'ın:
"(Bunlar) Allah'ın size yazdıklarıdır" buyruğu tekid edici mastar
olarak nasbedilmiştir. Yani bu kadınlar sizin için Allah'tan size bir farz
yazılarak haram kılınmıştır.
Buna göre: "Size haram
kılındı" buyruğu, Allah size onların haram olduklarını yazdı demektir.
ez-Zeccac ile Küfeliler derler ki: Bu buyruk, iğra olduğu için nasbedilmiştir.
Yani Allah'ın üzerinize yazdığına bağlı kalınız Yahut Allah'ın yazdıklarına
dikkat ve riayet ediniz. Ancak, Ebu'l-Ali'nin nakIettiğine göre böyle bir görüş
su götürür. Çünkü iğra'da mansub olan ismin, iğra harfinden önce zikredilmesi
caiz değildir. O bakımdan: "Zeyd'e dikkat et, Zeyd'i gözünden
kaçırma" anlamında: (...) denilemez.
Bunun yerine (...): Zeyd'e
dikkat et, Amr'ın gözünden kaçırma! denilir. Ebü'l-Ali'nin burada söylediği,
ismin; (...) ile mansub olduğunun kabul edilmesi halinde doğrudur. Ancak fiilin
hazfedilmiş olduğu takdirine göre, böyle söylemek caizdir.
Ayrıca "Bu Allah'ın
yazdığı ve farz kıldığıdır" anlamında olmak üzere merfu olması da caizdir.
Ebu Hayve ve Muhammed b.
es-Semeyka': "Allah üzerinize yazdı" anlamında, Yüce Allah'a isnad
edilen mazi fiil olarak okumuşlardır. Anlamı da: Allah size zikretmiş olduğu
haram kılma hükümlerini yazmış bulunuyor.
Abıde es-Selmanı ve
başkaları der ki: Yüce Allah'ın: "Allah'ın size yazdıklarıdır"
buyruğu Kur'an-ı Kerimde sabit olan: "İkişer, üçer ve dörder
nikahlayınız" buyruğuna işarettir. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Daha
zahir olan ise: "Allah'ın size yazdıklarıdır" buyruğunun, insanlar
ile Arapların yaptıkları arasında engel teşkil eden haram kılmaya işaret
olduğudur.
4- Ayet ile Haram
Kılınanlar ve Ayrıca Hadis-i Şerifte de Haram Kılındıkları Bildirilenler:
Yüce Allah'ın:
"Geriye kalanları ise ... size helal kılındı" buyruğunu Hamza,
el-Kisai ve Hafs rivayetinde Asım, (...): Size helal kılındı şeklinde daha önce
geçen! "Size haram kılındı" buyruğuna paralel olarak okumuşlardır.
Diğerleri ise, Yüce Allah'ın: "Allah'ın size yazdıkları" buyruğuna
uygun olarak üstün diye okumuşlardır.
Bu ayet-i kerime,
kadınlardan sözü geçenlerin dışında kalanların haram kılınmamasını
gerektirmektedir. Oysa durum böyle değildir.
Çünkü Yüce Allah,
Peygamberi (s.a.v.) aracılığı ile ayet-i kerimede zikretmediği kadınları da
haram kılmıştır ve onun vasıtasıyla haram kıldıkları da bunlara ilave edilir.
Zaten Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Peygamber size neyi verdiyse onu
alın ve neyi yasak ettiyse (ondan) sakının." (el-Haşr, 7)
Müslim ve başkaları da,
Ebü Hureyre (r.a)'dan Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: "Kadın halası ile de bir arada nikah altında bulundurulmaz,
yine bir kadın teyzesi ile de bir arada nikah altında bulundurulmaz."
İbn Şihab der ki: "
Kadının babasının teyzesini de, babasının halasını da aynı durumda
görüyoruz" Şöyle de denilmiştir: Kadının halası ve teyzesi ile birlikte
nikahlanmasının haram oluşu, bizzat ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır. Çünkü
Yüce Allah, iki kızkardeşi bir nikah altında tutmayı haram kılmıştır. Kadının
halası ile birlikte nikah altında bulundurulması ise, iki kızkardeşin nikah
altında bulundurulması demektir. Veya teyze bizzat anne makamında, hala da baba
makamında olduğundan dolayı (ayet-i kerime ile yasaklanmıştır).
Ancak sahih olan birinci
görüştür. Çünkü, esasen Kitab ve sünnet de aynı şeydir. O bakımdan Yüce Allah
sanki şöyle buyurmuştur: Kitabda sözünü ettiğimiz kadınlar ile, Muhammed
(s.a.v.)'ın dili üzere açıklayarak beyanı tamamladıklarımın dışında kalanları
size helal kıldım.
İbn Şihab'ın:
"Babasının teyzesini de, babasının halasını da bu seviyede görüyoruz"
şeklindeki sözüne gelince, o, bu görüşe şundan dolayı varmıştır: hadis-i
şerifteki teyze ve hala terimlerini umuma hamletmiştir ve böylelikle, bunları
da bu kapsama sokmuştur. Çünkü hala (amme), kişinin babası ile iki aslında
yahut onlardan birisinde ortak olan her dişinin adıdır. Teyze de, (anne
cihetinden) böyledir. Nitekim bunu açıklamıştık.
Ebu Davud'un Musannef
(Sünne)'i ile diğer hadis kitabIarında Ebu Hureyre'nin şöyle dediği rivayet
edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kadın halası üzerine
nikahlanmaz. Hala da kardeşinin kızı üzerine nikahlanmaz. Yine kadın teyzesi
üzerine, teyze de, kardeşinin kızı üzerine nikahlanmaz. (Aralarından) büyük
kadın küçük kadın üzerine, küçük kadın da büyüğü üzerine nikahlanmaz."
Yine Ebu Davud, İbn
Abbas'tan, o da Peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber,
hala ile teyzenin bir arada nikah altında tutulmasını da mekruh görmüştür. İki
hala ile iki teyzenin de bir arada nikah altında tutulmasını mekruh
görmüştür.
Buradaki "aynı
nikah altında tutmaz" anlamında (...) ifadesi, "ayn" harfinin
merfu okunuşu ile rivayet edilmiştir ki, bu da meşruiyete dair bir haber
vermektir. O halde bu, böyle bir şeyin nehyedildiği anlamını ifade eder. Bu
hadis-i şerif gereğince sözü geçenlerin, aynı anda nikah altında tutulmasının
haram kılınışı hususunda gereğince amel olunacağı icma ile kabul edilmiştir.
Ancak Hariciler, iki
kızkardeş ile, bir kadının halası ve teyzesi ile birlikte aynı nikah altında
tutulmasını caiz kabul ederler. Şu kadar var ki, onların muhalefetine itibar
edilmez. Çünkü Hariciler, dinden sıyrılıp çıkmış ve ondan uzak düşmüşlerdir.
Zira Hariciler, sabit sünnete muhalefet etmişlerdir.
Hz. Peygamber'in:
"İki hala ve iki teyze bir arada nikah altında tutulmaz" buyruğuna
gelince; bunun anlaşılması, kimi ilim ehlince, içinden çıkılmaz bir hal almış
ve bunun anlamıhakkında hayrete düşmüşlerdir. Böylelikle bu ilim adamları bunu,
oldukça uzak bir ihtimale veya caiz olmayan bir manaya yorumlamış ve şöyle
demişlerdir: İki haladan kasıt mecazi bir manadır. Yani hala ile onun
kardeşinin kızı demektir. O bakımdan her ikisine de iki hala denilmiştir.
Nitekim, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in uygulamalarına
"Sünnetü'l-Umerayn"
denilmesi de böyledir. Bu açıklamayı yapan, iki teyze ile ilgili olarak da aynı
şeyi söylemektedir.
Ancak en-Nehhas şöyle
demektedir: Bu, nerdeyse benzeri işitilmedik, oldukça zorlama bir açıklamadır.
Yine bu açıklamada, zorlamayla beraber, faydasız yere sözün tekrar edilmesi de
vardır. Zira bunun manası, hala ile kardeşinin oğlunun bir arada
nikahlanmayacağı olduğuna, iki hala ile de hala ve onun kardeşinin kızı
kastedildiğine göre, o takdirde bu ifadelerde gereksiz ve anlamsız bir tekrar
var, demektir. Eğer durum bu ilim adamının dediği gibi olsaydı, o takdirde
"Arasında", kelimesi ilavesiyle "ve teyze arasında" demesi
gerekirdi. Oysa hadis böyle değildir. Çünkü hadis: "Hala ile teyzenin
birarada nikah altında tutulmasını yasakladı" şeklindedir. Hadisin lafzına
göre; birisi diğerinin halası, diğeri ise ötekinin teyzesi olan iki kadının
aynı nikah altında tutulmaması şeklindedir.
en-Nehhas der ki: İşte
bu, doğru ve anlaşılır bir mana ifade eder. Şöyleki, bir adam ve onun oğlu, bir
kadın ve kızı ile evlenirler. Yani adam kızı ile evlenir, oğul ise anne ile
evlenir. Bunların herbirisinin bu hanımlarından birerkızları olur. Bu durumda
babanın kızı, oğlunun kızının halasıdır. Oğlun kızı ise babanın kızının
teyzesidir. İki teyzeyi bir arada nikah altında tutmaya gelince, bu da her
birisinin hanımının ötekisinin teyzesi olmasını gerektirir. Bu da bir kimsenin,
bir adamın kızı ile evlenmesi, diğerinin de ötekinin kızı ile evlenmesi
şeklinde olur. Bunların her birisinin bir kız çocuğu doğar ve bunların
herbirisinin kızı ötekinin teyzesi olur. İki halanın bir arada nikah altında
tutulmasına gelince, bu da her birisi diğerinin halası olan iki kadını aynı
nikah altında tutmamayı gerektirmektedir. Bu da şöyle olur: Bir kimse bir
diğerinin annesiyle evlenir, o da onun annesi ile evlenir. Bunlardan
herbirisinin bir kızı olursa, bunların herbirinin kızı ötekinin halası olur.
İşte bunlar, Yüce Allah'ın, Resulü Muhammed (s.a.v.)'ın aracılığı ile Kur'an-ı
Kerimde sözü edilmeyen kimselerle evlenmeyi haram kıldığı kimselerdir.
5- Bir Arada Nikah
Altında Tutulmaları Haram Olan Kadınlar:
Bu hususu bu şekilde
açıkladıktan sonra şunu belirtelim ki, ilim adamları bir arada nikah altında
tutulmaları haram olan kadınlar ile ilgili olarak güzel bir kaide tesbit etmişlerdir.
Mu'temir b. Süleyman, Fudayl b. Meysere'den, o, Ebu Cerir'den, o da Şa'bi'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir: İki kadından birisi, erkek kabul edilecek
olursa, eğer o erkeğin o kadınla evlenmesi caiz olmuyorsa, bu ikisinin aynı
nikah altında tutulmaları batıldır. Ben ona (Ebu Cerir, Şa'bi'ye): Bunu kimden
öğrendin? diye sorunca şöyle dedi: Bunu Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabından
öğrendim.
Süfyan es-Sevri der ki:
Bize göre bunun açıklaması, bu tür akrabalıkların neseb yoluyla akrabalar
olmaları ile ilgilidir. Yoksa bu, bir kadının başka bir kocadan olma üvey kızı
ile birlikte dilediği takdirde, onları bir nikah altında bulundurması
seviyesinde değildir.
Ebü Ömer der ki: Bu ise,
Malik, Şafii, Ebü Hanife ve Evzai'nin mezhebine göre böyledir. Hadis ehlinden
olsun. diğerlerinden olsun, çeşitli bölgelerin diğer fukahası da bildiğim
kadarıyla bu asıl kaide hakkında farklı kanaate sahip değillerdir. Seleften
kimisi, kocanın başka kadından olmakızı ile bir kadını (yani o kızın
üveyannesini) aynı nikah altında tutmasını mekruh görmüştür. Buna sebep ise
onlardan birisinin erkek olması halinde, diğerine helal olmayışıdır. Fakat ilim
adamlarının kabul ettiği görüş. bunda bir mahzur olmadığı ve bu konuda
gözönünde bulundurulması gerekenin neseb akrabalığı olup, onun dışında kalan
sıhri akrabalığın bu hususta gözönünde bulundurulmayacağıdır.
Diğer taraftan bir takım
haberlerde, sözü geçenlerin aynı nikah altında bir arada bulundurulmalarının
yasak kılınış gerekçesine de dikkat çekici ifadeler varid olmuştur. Bu gerekçe
(illet) ise, aynı nikah altında bulundurmanın sebep teşkil edeceği yakın
akrabalık bağlarının kesilmesidir. Bu ise. kumalar arasında görülen kıskançlık
sebebiyle ortaya çıkan kin ve kötülüklerdir.
İbn Abbas'ın şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.), bir erkeğin bir kadını
halasının üzerine yahut teyzesinin üzerine almasını yasaklayarak şöyle buyurdu:
"Sizler böyle birşey yapacak olursanız, o takdirde akrabalık bağlarınızı
kesmiş olursunuz". Bunu Ebu Muhammed el-Asili "Fevaid" adlı
eserinde, İbn Abdi'l-Ber ve başkaları da zikretmiştir.
Ebü Davud'un
"el-Merasil" adlı eserinde yer alan rivayetlerden birisi de şöyledir:
Huseyn b. Talha dedi ki: Resulullah (s.a.v.) kadının akrabalık bağlarının
koparılması korkusuyla kızkardeşleri üzerine nikahlanmasınl yasakladı.
Seleften kimisi, bu
illeti daha da ileriye götürüp genişleterek, kadının yakın herhangi bir
akrabası ile birlikte aynı nikah altında bulundurulmasını kabul etmemiştir. Bu
akrabası ister amca kızı, ister hala kızı, ister dayı kızı, ister teyze olsun.
Bu da İshak b. Talha ile İkrime, Katade ve İbn Ebi Necih yoluyla gelen
rivayette, Ata'dan nakledilmiştir. Ancak, İbn Cüreyc'in Ata'dan yaptığı
rivayete göre, bunda bir beis yoktur. Sahih olan da budur.
Hasan b. Hüseyn b. Ali,
aynı gecede Muhammed b. Ali'nin kızı ile, Ömer b. Ali'nin kızını nikahlayarak,
iki amca kızını bir nikah altında toplamıştır. Bunu Abdurrezzak zikretmektedir.
İbn Uyeyne şunu da ilave eder: Böylece onların (akraba) hanımları (ziyaret ya
da tebrik için) bu ikisinden hangisinin yanına gideceklerini bilemez oldular.
Malik ise, bunu mekruh görmekle birlikte, ona göre böyle bir nikah haram
değildir.
İbnü'l-Kasım'ın sema'
yoluyla (işiterek) naklettiğine göre ise, Malik'e, iki amca kızı aynı nikah
altında toplanabilir mi diye sorulmuş, o da: Ben bunun haram olduğunu
bilmiyorum, demiştir. Kendisine: Peki bunu mekruh görüyor musun diye sorulunca,
o da: Şüphesiz bazı kimseler bundan sakınmaktadırlar diye, cevap vermiştir.
İbnü'l-Kasım da der ki:
Bu helaldir, bunda bir beis yoktur. İbnü'l-Münzir de der ki: Herhangi bir
kimsenin böyle bir nikahı batıl gördüğünü bilmiyorum, Bu şekilde akrabalar
nikah ile mübah kılınanlar arasında yer alırlar. Bunlar Kitap, sünnet ve icma
ile olsun, bu kapsamın dışında kalan kimseler değillerdir. Aynı şekilde, iki
hala kızı ile, iki teyze kızı arasında da durum böyledir es-Süddı ise, Yüce
Allah'ın: "Geriye kalanları ise ... size helal kılındı" buyruğunu,
yani fercin dışında kalan hususlarda nikah demektir, diye açıklamıştır. Bunun
anlamının şu olduğu da söylenmiştir: Yüce Allah size, mahrem olanların dışında
kalan diğer akrabalarınızı helal kılmıştır Katade'ye göre de: Bundan kasıt ise,
özel olarak mülkiyet altında bulunan cariyelerdir. (Yani cariyeleriniz bunun dışında
olmak üzere size helaldir.)
6- Nikahda da İffeti
Korumak Esastır:
Yüce Allah'ın:
"Mallarınızla aramanız ... " buyruğu hem evlenmeyi, hem satın almayı
birlikte ifade eden bir sözdür. Burada (...) -ki başına geldiği fiile mastar
anlamını kazandırır- (...)'den bedel nasb mahallindedir. Hamza'nın kıraatine
göre ise ref' mahallinde olur, Bunun anlamının (...) yahut, (...) şeklinde
olması da muhtemeldir. (Aramanız için veya aramanız suretiyle manalarını
verir), Bu durumda "lam" yahut "be" hazf edilecek olursa, o
takdirde kelime nasb mahallinde olur.
"İffetinizi
koruyup" anlamındaki kelime hal olmak üzere mansub'dur. Zinadan kendi
iffetinizi koruyarak uzak kalmanız.., anlamındadır.
"Zinaya
sapmaksızın" zina etmeksizin demektir. Zinaya "simh" denilmesinin
sebebi, suyun dökülmesi ve akması anlamına gelen: (...)'den alınmış olmasından
dolayıdır.
Peygamber (s.a.v.), bir
düğün sırasında da seslerini işitince şöyle buyurmuştur: "İşte bu
nikahtır. Sifah (zina) da değildir. Gizlice yapılan nikah (fuhuş) da değildir."
Şöyle de denilmiştir:
Yüce Allah'ın: "İffetinizi koruyup zinaya sapmaksızın" buyruğunun iki
anlama gelme ihtimali vardır. Bunlardan birisi, açıkladığımız mana. Bu da nikah
akdi ile iffetini korumaktır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Sizler
zina yoluyla değil, nikah yoluyla mallarınızIa evliliğin menfaatlerini
arayınız. O takdirde, bu ayet-i kerime umum ifade eder.
Bununla birlikte
"iffetinizi koruyup" buyruğunda, iffeti korumak kadınlara ait bir
sıfattır, denilmesi ihtimali vardır. Bunun anlamı da şöyle olur: Yani siz, o
kadınlarla onların iffetli (muhsana) olmaları şartına bağlı olarak evleniniz.
Fakat birinci şekil daha uygundur. Çünkü, ayet-i kerimenin umumi anlamı ile
anlaşılması mümkün olup, muktezasını delil kabul etmek imkanı varsa, evla olan
onu böylece anlamaktır. Diğer taraftan, ikinci anlamın muktezasına göre, zina
yapan kadınlarla evlenmek helal olmaz. Bu ise icma'a muhaliftir.
7- Mehir.
"MallarınızIa"
buyruğunda Yüce Allah, kadınları mallar karşılığında nikahlamayı mübah
kılmıştır. Bu ise, mal karşılığı olmaksızın nikah yapıldığı takdirde, böyle bir
nikahla mübahlığın sözkonusu olmamasını gerektirmektedir. Çünkü bu çeşit bir
nikah, bu hususta kendisine bağlı olarak iznin verildiği şart yerine
getirilmeksizin yapılmıştır. Tıpkı şarap, domuz yahut da mülk edinilmesi sahih
olmayan bir şeyi mehir olarak tayin edip nikah akdi yapmaya kalkışmak gibi.
Ayrıca Ahmed'in, azadlık
da mehir olabilir, şeklindeki görüşü bununla red olunmaktadır. Çünkü böyle bir
davranışta, herhangi bir malın teslim edilmesi sözkonusu değildir. Bunda
yalnızca kendisine bir mal teslim edilmesi hakkını kazanmaksızın cariye
üzerindeki mülkiyetin ıskat edilmesi sözkonusudur. Mevlanın, daha önce kendi
nezdinde malik olduğu bir şey, ona intikal etmemiş, sadece sakıt olmuştur. Koca
azad ettiği cariyesine bir şey teslim etmeyip, o eski cariyesinin de onun
üzerinde herhangi bir şeyi hak etmesi sözkonusu olmamışsa koca bununla sadece
mülkünü telef etmiş olur ve bu azad etmesi de mehir olmaz.
Bu emir, vücub gerektiren
bir emirdir. Azadlığın (mehir olarak) verilmesi sahih birşey olamaz. Bu ise
Yüce Allah'ın: "Kadınlara mehirlerini veriniz" (en-Nisa, 4) buyruğu
ile birlikte gayet açıktır. Diğer taraftan Yüce Allah'ın: "Bununla beraber
gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa, onu da afiyetle
yeyin" (en-Nisa, 4) buyruğunun ifade ettiği hususun azad etmekte
gerçekleşmesi imkansızdır. O halde geriye mehrin mal olarak verilmesinden başka
bir şey kalmıyor. Çünkü Yüce Allah: "MallarınızIa" diye
buyurmaktadır.
Bu görüşü kabul edenler,
mehrin miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Şafii, Yüce Allah'ın:
"MallarınızIa" buyruğunun umum ifade ettiğini ileri sürerek, mehrin
az olsun çok olsun caiz olacağını söylemiştir. Sahih olan görüş de budur.
Ayrıca bunu Hz.
Peygamberin, kendisini bağışlayan (Peygamber Efendimize evlendirme yetkisini
veren! kadın ile ilgili hadis-i şerifte: "Velev ki demirden bir yüzük
olsun" buyruğu ile şu hadis-i şerif bunu desteklemektedir: Hz. Peygamber:
"Bekarları evlendiriniz" buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Ey
Allahın Resulü, aralarında mehir ne olacak? diye sorulunca, şöyle buyurdu:
"Bir erak (misvak) çubuğu dahi olsa, akrabalarının üzerinde karşılıklı
razı oldukları şeydir."
Ebu Said el-Hudri dedi
ki: Resulullah (s.a.v.)'a, kadınlara verilecek mehirler hakkında sorduk da
şöyle buyurdu: "Mehir, akrabalarının üzerinde anlaştıkları şeydir."
Hz. Cabir de, Resulullah
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Eğer bir adam, bir
kadına avuçlarını dolduracak kadar yiyecek (buğday) verecek olursa, ona
karşılık o kadın kendisine helal olur." Bu iki hadisi de Darakutni
Sünen'inde rivayet etmiştir.
Şafii der ki: Herhangi
bir şeye bir bedel olması yahut ücret olarak verilmesi caiz olan her bir şey
mehir olabilir. Aynı zamanda bu, ilim ehlinin çoğunluğunun da görüşüdür.
Medinelilerden olsun, diğer şehir halkından olsun, hadis ehli topluluğunun da
görüşü budur. Bunların hepsi az olsun, çok olsun, mehri caiz görmüşlerdir. Aynı
zamanda bu, Malik'in arkadaşı Abdullah b. Vehb'in görüşü olup, İbnü'l-Münzir ve
başkalarının tercih ettiği görüş de budur.
Said b. el-Müseyyeb der
ki: Kocası hanımına bir kamçı dahi mehir olarak verecek olursa, o kadın, o
kamçı karşılığında ona helal olur. Said'in kendisi de kızını Abdullah b. Vedaa'ya
iki dirhem mehir ile nikahlamıştır. Rabia der ki: Bir dirhem karşılığında dahi
nikah caizdir. Ebu'z-Zinad da der ki: Karı-kocanın akrabalarının karşılıklı
razı oldukları miktardır. Malik der ki: Mehir, ya bir çeyrek dinardan, yahut da
üç dirhemden -ölçek ile- daha aşağı olamaz. Mezhebimize mensup kimi ilim adamı,
Malik'in bu görüşüne gerekçe olarak şunu göstermiştir: Nikah yoluyla kadının
helal olmasına en çok benzeyen şey, (hırsızlıktan dolayı elin kesilmesidir).
Çünkü kadının ferci de bir uzuvdur. El de bir uzuvdur. O bakımdan kadının ferci
de belli miktarda bir mal karşılığı ile mübah olur. Bu da ya dörttebir
dinardır, yahut ölçek ile üç dirhemdir. İşte Malik burada ferci ele kıyasen bu
hükme varmıştır.
Ebu Ömer der ki: Ancak
Ebu Hanife bu kanaate ondan önce sahib olmuştur.
O da mehri, elin
(hırsızlık dolayısıyla) kesilmesine kıyas etmiştir. Ona göre ise el, ancak ya
altından bir dinar, yahut da keyli olarak on dirhem karşılığında kesilir. Ona
göre bundan daha aşağı mehir olmaz. Arkadaşları ve mezhebine mensub kimseler de
bu kanaattedir. Mehrin asgarisi hususunda değil de, elin kesilmesi hususunda
onun hemşehrilerinin çoğunluğu bu görüştedir. ed-Deraverdi de Malik'e, çeyrek
dinardan daha aşağı mehir olmaz deyince, şöyle demiştir: Sen bu hususta Iraklıların
yolunu izlemiş oluyorsun ey Abdullah'ın babası! Ebu Hanife ise, Cabir'in
rivayet ettiği hadisi delil göstermiştir. Buna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "On dirhemden aşağı mehir olmaz." Bu hadisi de Darakutni
rivayet etmiştir. Şu kadar var ki, senedinde Mübeşşir b. Ubeyd vardır ki,
metruk bir ravidir.
Davud el-Evdi'den
rivayet edildiğine göre, Davud, eş-Şa'bi'den, Şa'bi de Hz. Ali'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Mehir on dirhemden aşağı olamaz. Ahmed b. Hanbel
der ki: Gıyas b. İbrahim, Davud el-Evdi'ye eşŞa'bi'den o, Hz. Ali'den, on
dirhemden aşağı mehir yoktur, ifadesini telkin etti. Böylelikle bu hadis
oluverdi.
en-Nahai dedi ki: Mehrin
asgarisi kırk dirhemdir. Said b. Cübeyr elli dirhemdir, İbn Şubrume, beş
dirhemdir demektedir. Ayrıca bunu Darakutni, İbn Abbas'tan o da, Hz. Ali'den:
Beş dirhemden daha aşağı mehir olmaz diye de rivayet etmiştir.
8- Mehir Neyin
Karşılığıdır:
Yüce Allah'ın: "O
halde onlardan hangisi ile faydalandı iseniz, ondan dolayı onlara tayin edilen
şekilde mehirlerini veriniz" buyruğunda: "Faydalanmak"dan kasıt,
burada lezzet almaktır.
"Ecirler"den
kasıt da (mealinde de gösterildiği gibi) mehirlerdir. Mehrin "ücret"
diye adlandırılış sebebi ise, bunun onlardan faydalanmanın karşılığı olmasıdır.
Bu da mehre ücret denileceği hususunda açık bir nassdır.
Aynı zamanda bu, kadına
sağlanan cinsel menfaati karşılığında mehrin verildiğine delildir. Çünkü
menfaatin karşılığı olan şeye ücret adı verilir. Bununla birlikte ilim
adamları, nikah yapıldığında akid konusunun ne olduğu hususunda farklı
görüşlere sahiptir. Akid konusu kadının bedeni midir, yoksa cinsel menfeat
midir, yoksa helal oluşu mudur?
Bu hususta üç görüş
vardır. Ancak kuvvetli olan görüş, üçünün de birlikte kast edildiğidir. Çünkü
yapılan akid, bütün bunları gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
,
9- Ayetten Kasıt Mehir
midir, Mut'a Nikahı mıdır:
İlim adamları ayetin
anlamı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. elHasen, Mücahid ve başkaları der
ki: Ayetin manası şudur: Kadınlardan sahih nikah yoluyla cima' suretiyle
faydalanıp, lezzet aldığınız şeylere mukabil, siz de "onlara tayin
edildiği şekilde mehirlerini veriniz" demektir.
Buna göre koca, hanımı
ile bir defa dahi cima edecek olursa, eğer mehrin miktarı tesbit edilmiş
(müsamma) ise, mehir tümüyle vacib olur. Eğer tesbit edilmemiş yani müsemma
değil ise, mehr-i mislini ödemek icabeder.
Şayet nikah fasid ise,
fasid nikah ile ilgili mehir hususunda Malik'den farklı rivayetler gelmiştir. Acaba
bu durumda kadın, mehr-i misle mi hak kazanır, yoksa sahih olarak tesbit
edilmiş bir mehir ise, mehr-i müsemma'ya mı hak kazanır? Bir seferinde: Mehr-i
müsemma'ya hak kazanır demiştir. Mezhebinden zahir olan (kuvvetli) görüş de
budur. Çünkü, karşılıklı rıza ile tesbit ettikleri şey, yakın olarak bilinen
bir husustur. Mehr-i misil ise ictihad ile tesbit edilir. O bakımdan her
ikisinin yakın olarak bildiği şeye başvurmak gerekir. Zira şüpheye dayanarak
malhak edilmez. "Mehr-i misil" şeklindeki sözlerinin izahı da şudur:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir kadın, eğer velisinin
izni olmaksızın nikahlanacak olsa, onun bu nikahı batıldır. Şayet onunla zifafa
girilirse o takdirde onun ferci helal bilinmiş olmasının karşılığında ona mehr-i
misil vardır... "
İbn Huveyzimendad der
ki: Ayet-i kerimenin mut'a nikahının caiz oluşu şeklinde yorumlanması yerinde
değildir, doğru olamaz. Çünkü Resulullah (s.a.v.), mut'a nikahını yasaklamış ve
haram kılmıştır. Diğer taraftan Yüce Allah da: "Onları velilerinin izniyle
nikahlayın" (en-Nisa, 25) diye buyurmaktadır. Bilindiği gibi, velilerin
izniyle yapılan nikah şer'ı bir nikah olan ve bir veli ile iki şahidin
huzurunda yapılan nikahtır. Mut'a nikahı ise böyle değildir. Cumhur der ki:
Bundan kasıt İslamın ilk dönemlerinde uygulanan mut'a nikahıdır. İbn Abbas,
Ubey ve İbn Cübeyr ise, ayet-i kerimenin bu bölümünü şöylece okumuşlardır:
"O halde onlardan hangisi ile belli bir süreye kadar faydalandı iseniz,
ondan dolayı onlara mehirlerini veriniz". Ancak daha sonra Peygamber
(s.a.v.), bu nikahı yasaklamıştır. Said b. el-Müseyyeb der ki: Bunu miras ile
ilgili ayet-i kerime nesh etmiştir. Çünkü mut'a da miras sözkonusu değildi.
Aişe ile el-Kasım b. Muhammed ise der ki: Mut'anın haram kılınışı da, nesh
olunuşu da Kur'an-ı Kerimdedir. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruğunda yer
almaktadır: "Ve onlar ırzlarını korurlar, meğerki eşlerinden yahut sahib
oldukları cariyelerinden müstesna. O vakit onlar kınanmazlar".
(el-Mu'minun, 5-6) Mut'a ise ne nikahtır, ne de cariye olarak mülkiyet
edinmektir.
Darakutni, Ali b. Ebi
Talib'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) mut'a nikahını
yasakladı. (Hz. Ali) dedi ki: Mut'a nikahı evlenme imkanı bulamayan kimse
içindi. Ama karı-koca arasında nikah, talak, iddet ve mirasa dair hükümler
nazil olunca nesh olundu. Ali (r.a)'dan şöyle dediği de rivayet edilmiştir:
Ramazan orucu, her türlü orucu (farziyetini) nesh etti. Zekat, her türlü
sadakayı (farziyetini) nesh etti. Boşama, iddet ve miras da mut'a'yı nesh etti.
Udhiye (kurban bayramı, kurban kesmek) da her türlü kurbanı nesh etti. İbn
Mes'ud'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Mut'a nesh olunmuştur. Onu,
talak, iddet ve miras neshetmiştir Ata da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Mut'a nikahı, ancak Yüce Allah'tan kendisiyle kullarına merhamet
buyurduğu bir rahmet idi. Şayet, Ömer'in onu yasaklaması olmasaydı, bedbaht
olan kimseler dışında zina eden olmazdı.
10- Mut'a Nikahının
Kaç Defa Mübah Kılınıp Nesh Olunduğu:
İlim adamları mut'anın
kaç defa mübah kılınıp nesh olunduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Müslim'in
Sahih'inde Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah
(s.a.v.) ile birlikte kadınlarımız olmaksızın gazaya çıkardık. Biz: Kendimizi
hadımlaştırmayalım mı? diye sorduk. Ancak o bize bunu yasakladı. Sonra da belli
bir süreye kadar elbise karşılığında kadınları nikahlamaya ruhsat verdi.
Ebu Hatim el-Büsti
Sahih'inde der ki: Onların Peygamber (s.a.v.)'e: "Kendimizi
hadımlaştırmayalım mı" diye sormaları, mut'anın, kendilerine bu şekilde
faydalanma mübah kılınmadan önce yasak olduğuna delildir. Çünkü yasak
olmasaydı, onların böyle bir soru sormalarının anlamı olmazdı. Daha sonra
onlara gazada iken belli bir süreye kadar elbise karşılığında kadınları
nikahlamalarına ruhsat verildi. Sonra yine Hayber yolunda mut'ayı yasakladı.
Sonra yine mut'aya Fetih yılı izin verdi. Daha sonra üçüncü defa akabinde onu
haram kıldı. Ve artık o, Kıyamet gününe kadar haram kılınmıştır.
İbnü'l-Arabi: der ki:
Kadınlarla mut'a yapmaya gelince, bu şeriatin garip hadiselerindendir. Zira
önce İslam'ın ilk dönemlerinde mübah kılınmıştı.
Daha sonra Hayber yılı
haram kılındı. Sonra Evtas gazasında mübah kılındı. Bundan sonra yine haram
kılındı ve haram kılma işi nihai bir şekil olarak devam etti. Şeriatte buna
benzer Kıble meselesi dışında bir mesele daha yoktur. Çünkü Kıblede de nesh iki
defa tahakkuk etmiş, bundan sonra nihai şeklini almıştır. Bu hususta konu ile
ilgili hadislerin çeşitli yollarını bir araya getirenler şöyle demektedir: Bu
rivayetler mut'anın yedi defa helal ve haram kılınmış olmasını
gerektirmektedir. İbn Ebi Amra, İslam'ın ilk dönemlerinde mübah olduğunu
rivayet ettiği gibi, Seleme b. el-Ekva ise, bunun Evtas gazvesinde mübah
kılınmış olduğunu rivayet etmektedir. Hz. Ali'nin rivayetinden ise, bunun
Hayber günü haram kılınmış olduğu anlaşılmaktadır. er-Rabi' b. Sebre
rivayetinden, fetih günü mübah kılındığı anlaşılmaktadır.
Derim ki: Bütün bu
rivayet yollarının hepsi, Müslim'in Sahih'inde vardır. Başka hadis kitaplarında
ise, Hz. Ali'den, Hz. Peygamberin bunu Tebuk gazvesinde yasakladığı yer
almaktadır Bunu İshak b. Raşid, ez-Zühri'den, o, Abdullah b. Muhammed b.
Ali'den, o, babasından o da Hz. Ali'den rivayet etmiştir. Şu kadar varki, İshak
b. Raşid'in, İbn Şihab (ez-Zühri) den yaptığı bu rivayete uyan bulunmamıştır.
Bunu Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr)- Allahın rahmeti üzerine olsun- söylemiştir. Ebu
Davud'un Musennefinde, er-Rabi' b. Sebre'den gelen rivayete göre, mut'a Veda
haccında yasaklanmıştır. Ebu Davud, bu hususta gelen en sahih rivayetin bu
olduğu görüşündedir.
Amr, el-Hasen'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Mut'a, kaza umresinde üç gün helal kılınmış olması
müstesna, hiç bir zaman helal kılınmış değildir. Bundan önce de helal
kılınmamıştı, daha sonra da helal kılınmadı. Bu, aynı zamanda Sebre'den de
rivayet edilmiştir. İşte bunlar, mut'anın helal ve haram kılındığı yedi ayrı
yerdir
Ebu Cafer et-Tahavi: der
ki: Peygamber (s.a.v.)'dan mut'anın serbest bırakılmış olduğunu rivayet eden
bütün bu raviler, hepsi de yolculukta olduğunu, yasaklamanın ise, bundan sonra
yasaklanmış olduğunu haber vermektedirler. Onlardan herhangi bir kimse, bunun
ikamet halinde olduğunu haber vermemektedir. İbn Mes'ud'dan da böylece rivayet
edilmiştir Peygamber (s.a.v.)'ın bunu, Veda haccında mübah kıldığına dair
ifadelerin yer aldığı, Sebre yoluyla gelen hadis ise, bütün bunların hepsinin
ihtiva ettiği mana dışında bir ifade taşımaktadır. Biz, bu noktayı tetkik
ettik. Ve bunu ancak Abdulaziz b. Ömer b. Abdulaziz'in rivayetinde bulduk,
başkasında rastlayamadık. Bunu İsmail b. Ayyaş, Abdulaziz b. Ömer b.
Abdulaziz'den rivayet etmiştir. O da, bu olayın Mekke fethinde olduğunu, ashabı
kiramın Hz. Peygambere bekarlıktan şikayet ettiklerini, bunun üzerine de bu
hususta onlara ruhsat verdiğini nakletmektedir. Veda haccında ise, onların
bekarlıktan Hz. Peygambere şikayette bulunmalarına imkan yoktur. Çünkü
kadınlarla beraber haccetmişlerdi. Diğer taraftan Mekke'de kadınlarla
evlenmeleri de mümkündü. O vakit de, daha önceki gazvelerdeki halde değillerdi.
O halde, şu muhtemeldir:
Peygamber (s.a.v.)'ın buna benzer bir hususu gazalarında ve toplu olarak
bulunulan yerlerde tekrarlaması adeti olduğundan dolayı, mut'anın haram
kılınışını Veda haccında bir daha zikretmiştir. Çünkü insanlar, orada birarada
idi. Ta ki, o ana kadar bunu işitmemiş olan kimseler de haram kılındığını
işitsin. Bunu bu şekilde tekid etti ki, helal olduğunu iddia edecek hiçbir
kimsenin bir şüphesi kalmasın.
Diğer taraftan
Mekkeliler bunu çokça kullanıyorlardı.
11- Mut'a Nikahına Dair
Hükümler:
Leys b. Sa'd, Bukeyr b.
el-Eşec'den, o, eş-Şerrid'in mevlası Ammar'dan şöyle dediğini rivayet
etmektedir: İbn Abbas'a mut'a hakkında sordum. O zina mıdır, nikah mıdır? diye.
Bana: Zina da değildir, nikah da değildir dedi. Peki nedir? diye sordum, şu
cevabı verdi: Mut'a Yüce Allah'ın dediği gibidir. Ben de: Peki kadının iddet
bekleme yükümlülüğü var mıdır? diye sordum. O, evet bir defa ay hali olmak. Bu
sefer, peki birbirlerine mirasçı olurlar mı? diye sordum, hayır dedi. Ebu Ömer
dedi ki: Seleften olsun, haleften olsun, ilim adamları, mut'anın mirasın
sözkonusu olmadığı, belli bir süreye kadar nikahlanmak olduğu hususunda
kimsenin ihtilafı yoktur. Süre bitimi ile birlikte boşama sözkonusu olmaksızın
birbirlerinden ayrılırlar.
İbn Atiyye der ki:
"Mut'a, iki şahid, velinin izni ve belli bir süreye kadar erkeğin kadın
ile evlenmesi şeklindeydi. Bununla birlikte aralarında mirasçılık sözkonusu
olmazdı. Karşılıklı olarak ittifak ettikleri ücreti de kadına verirdi. Süre
bitti mi, artık erkeğin kadın aleyhine bir yolu olmazdı. Bununla birlikte
rahminin temizliğini gözetirdi. Çünkü çocuk, hiç şüphesiz ona ilhak edilir.
Eğer kadın hamile kalmamışsa, başkası ile nikahlanması helal olur. en-Nehhas'ın
Kitab'ında ise: "Bunda hata vardır. Çocuk mut'a nikahında babaya ilhak
edilmez."
Derim ki: en-Nehhas'ın
ibaresinden anlaşılan budur. Çünkü o, şöyle demektedir: Mut'a, erkeğin kadına
ben seninle bir günlüğüne -veya buna benzer bir süre zikreder- evleniyorum. Şu
şartla ki, senin iddet bekleme sorumluluğun yoktur. Aramızda miras da
olmayacaktır, talak da olmayacaktır. Buna şahidlik edecek bir şahid de
olmayacaktır. Bu ise, zinanın ta kendisidir. İslam'da (böylesi) hiçbir zaman
mübah kılınmamıştır. Bundan dolayı Hz. Ömer şöyle demiştir: Bana mut'a evliliği
yapmış bir adam getirilecek olursa, mutlaka onu taşlar altında gömerim.
12- Mut'a Nikahı
Halinde Had Sözkonusu mudur?
Mut'a nikahı ile erkek,
kadın ile zifafa girecek olursa, erkeğe had vurulup çocuk ona ilhak edilmez mi?
Yoksa şüphe dolayısıyla had vurulmaz ve çocuk ona ilhak edilir, ama ta'zir
edilip cezalandırılır mı? Bu hususta ilim adamlarımızın iki farklı görüşü
vardır.
Bugün için mut'a
nikahının haram olduğu kabul edilmekle birlikte, kimi ilim adamlarının görüşüne
göre, çocuk, mut'a nikahında babaya ilhak edilir denildiği ne göre, mübah
görüldüğü o dönemde çocuk nasıl olur da babaya ilhak edilmesin? İşte bu, mut'a
nikahının o zamanlar sahih nikah hükmünde olduğunu göstermektedir. Ancak,
süresi belli olması ve miras hususunda ondan farklı idi.
el-Mehdevı, İbn
Abbas'tan şunu nakletmektedir: Mut'a nikahı, velisiz ve şahidsiz yapılırdı.
Ancak, onun bu naklettiğinde belirttiğimiz bu husus dolayısıyla bir zayıflık
vardır.
İbnü'l-Arabı der ki: İbn
Abbas mut'a nikahının caiz olduğunu kabul ediyordu. Sonradan bu görüşten
döndüğü de sabit olmuştur. Böylelikle mut'anın haram olduğu hususunda icma
gerçekleşmiş olmaktadır.
Mezhebimizde meşhur olan
görüşe göre, bir kimse mut'a yapacak olursa recm edilir. Malik'ten gelmiş bir
diğer rivayete göre ise, recm edilmez. Çünkü mut'a nikahı haram değildir.
Fakat bizim mezhebimizin
ilim adamları, diğer ilim adamları arasında yalnız kaldıkları garip bir usül
kaidesine dayanarak böyle söylemişlerdir. O garip kaide ise şudur: Sünnet ile
haram kılınan bir şey, acaba Kuran'ı-Kerim ile haram kılınanlar gibi midir,
değil midir? Malik'ten, bazı Medineli alimlerimizin rivayetine göre, bunlar
birbirlerine eşit değildir. Ancak bu görüş zayıftır.
Ebu Bekr et-Tartusı der
ki: Mut'a nikahına İmran b. Husayn, İbn Abbas, kimi ashab ve Ehl-i Beytten bir
kesim dışında ruhsat veren yoktur.
İbn Abbas'ın bu
husustaki ruhsatı hakkında şair de der ki: "Kafileye diyorum, çünkü burada
kalmaklığımız uzun sürdü; Arkadaş, ne dersin, İbn Abbas'ın fetvasına göre amel
etmeye var mısın? Yumuşak tenli ve bedenli birisi hakkında ... İnsanlar
dönünceye kadar senin sığınağın olsun."
Sair ilim adamları,
ashabın, tabiinin ve selef-i salihin fukahası, bu ayet-i kerimenin nesh olduğu
ve mut'anın haram olduğu görüşündedirler. Ebu Ömer der ki: Mekke halkından
olsun, Yemenlilerden olsun, İbn Abbas'ın ashabı (onun görüşünü benimseyenler),
hepsi de mut'anın İbn Abbas'ın görüşüne göre helal olduğunu, diğer insanların
ise onu haram kıldığını kabul ederler. Ma'mer dedi ki: ez-Zühri der ki:
İnsanlar, bu mut'adan o derece nefret ettiler ki, şairin birisi şöyle diyecek
kadar işi ileri götürdü: "Konuşanın oturması uzun sürünce; dedi ki: Ey
arkadaş, ne dersin, İbn Abbas'ın fetvasına göre amel etmeye? ... "
13- Mehir Olarak
Verilecek Değerin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Ecirlerini: mehirlerini" buyruğu, hem mal olanı, hem malın dışında
olanı kapsar. O bakımdan mehrin, ayni malların menfaatleri olması da caizdir.
Şu kadar var ki bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik,
Müzeni, Leys, Ahmed, Ebu Hanife ve arkadaşları bunu kabul etmezler. Ancak Ebu
Hanife şöyle demektedir: Böyle bir mehri zikrederek evlenecek olursa, nikah
caizdir ve böyle bir mehir kadına zikrolunmamış, miktarı tesbit edilmemiş mehir
hükmündedir. Eğer kadın ile gerdeğe girecek olursa, ona mehr-i misil verilir.
Şayet onunla gerdeğe girmeyecek olursa, kadın için mut'a hakkı (uygun bir
hediye) vardır. İbnü'l-Kasım: Kitabu Muhammed'de bunu mekruh görürken, Esbağ
bunu caiz kabul etmektedir. İbn Şas ise der ki: Öyle bir şey vukua gelirse,
ashabımızın (mezhebimize mensup arkadaşlarımızın) çoğunluğunun görüşüne göre
geçerlidir. Ayrıca bu Esbağ'ın İbnü'l-Kasım'dan rivayetidir.
Şafii der ki: Bu durumda
nikah sabittir. Koca, karısına neyi tesbit etmişse onu öğretmesi gerekir. Eğer
onu zifafa girmeden önce boşayacak olursa, Şafii'nin bu hususta iki görüşü
vardır: Bir görüşüne göre: Böyle bir sureyi öğretmenin ecrinin yarısını kadına
verir, diğer görüşüne göre ise, mehr-i mislinin yarısını almayı hakeder.
İshak der ki: Nikah
caizdir. Ebu'I-Hasan el-Lahmı der ki: Bütün bunların caiz olacağını söylemek
görüşlerin en güzelidir. İcare ve Hac'da mülk edinilen, satılan ve alınan diğer
mallar gibidirler. Şu kadar var ki Malik bunları kerih görmüştür. Çünkü o,
mehrin muaccel verilmesini müstehab kabul eder. İcare ve Hac ise müeccel
anlamındadır.
Birinci görüşün
sahipleri Yüce Allah'ın: "MallarınızIa" buyurmuş olduğunu delil
gösterirler. Mal ise hakikatte insanların tama ettikleri, kendisinden
yararlanılmak üzere hazırlanan şeydir. İcarede rakabeden yararlanmak ile ilim
öğretmenin faydası gibi şeyler ise mal değildir.
Tahavi der ki: Görüş
birliği ile kabul edilen esas şudur: Bir adam, bir diğer adamı kendisine ismini
belirttiği Kur'an'ı- Kerim'in bir suresini öğretmek üzere bir dirhem karşılığında
ücretle tutsa, bu caiz değildir. Çünkü icare akidleri ancak iki husustan birisi
için caiz olur. Ya bir kumaşı dikmek ve buna benzer muayyen bir iş için
yapılır, yahut da muayyen bir süre için yapılır. Eğer bir sureyi öğretmek üzere
birisini ücretle tutacak olursa, böyle bir ücret ne belli bir süre içindir, ne
de belli bir iş içindir. Aksine o, o kişiyi bir şeyler öğretmek üzere ücretle
tutmuştur. Ancak, öğrenecek kişi, az bir zamanda çok şey de öğrenebilir, uzun
bir zamanda az bir şey de öğrenebilir. Aynı şekilde evini Kuran'ı- Kerim'den
herhangi bir süreyi kendisine öğretmek üzere satacak olursa, yine icareler ile
ilgili sözünü ettiğimiz hususlar dolayısıyla caiz olmaz. Öğretmek ile ne
menfaatler, ne de aynı mallar mülk olarak edinilemiyeceğine göre, kıyasen
öğretme karşılığında kadının nikahına malik olunamıyacağı ortaya çıkmaktadır.
Başarıya ulaştıran Allah'tır.
Ancak bunu caiz kabul
edenler; Sehl b. Sa'd'ın rivayet ettiği, kendisini Hz. Peygambere (evlendirmek
üzere) hibe eden kadın ile ilgili hadisi delil gösterirler. Bu hadis-i şerifte
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Haydi git, ben bu kadını Kuran'ı-
Kerim'den bildiğin bölümler karşılığında evlendirdim". Bir diğer rivayette
ise şöyle buyurmuştur: "Haydi git, ben bu kadını seninle evlendirdim, ona
Kuran'dan (bildiklerini) öğret". Bu görüşü savunanlar derler ki: İşte bu
hadis-i şerifte, nikah akdinin tahakkuk edip, öğretmek olarak belirlenen mehrin
ise, sonraya kaldığına delil vardır. Bu da Hz. Peygamberin: (...) Kuran'dan
bildiklerin karşılığında ... " buyruğundan açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü
başa gelen "be" harfi karşılık (ivaz) ifade etmek içindir. Bunu buna
karşılık al, yani bunu bunun yerine buna ivaz olarak al, demek gibidir. Diğer
rivayetteki: "Ona öğret" buyruğu da öğretme emri hususunda açık bir
nassdır. Diğer taraftan hadisin akışı da bütün bunların nikah için olduğunun
tanıklığını yapmaktadır. Böyle bir tutum, adamın Kuran'ı- Kerim'den
ezberledikleri dolayısıyla, ona bir ikram olsun diye kabul edilmiştir,
şeklindeki söze de iltifat edilmez. Çünkü o takdirde bu "be" harfi
"lam" anlamına gelir. İkinci rivayetteki: "Kuran'dan
bildiklerini ona öğret" sözü bunun böyle olmadığını açıkça ifade
etmektedir. Yine Ebu Talha'dan rivayet edilen, Um Süleym'e talib oluşu ile
ilgili rivayette görüşlerine delil olacak bir taraf yoktur. Bu rivayete göre,
Ebu Talha, Um Süleym'e talib olmuş, o da kendisine müslüman olduğu takdirde
onunla evleneceğini söylemiştir. Ebu Talha müslüman olunca Um Süleymle evlendi.
O bakımdan o kadının mehrinden daha şerefli bir mehir bilinmemektedir. Çünkü
onun mehri İslam idi. Bunun delil olamayış sebebi ise, bunun Ebu Talha'ya has
oluşudur. Aynı şekilde öğretmek ve buna benzer diğer menfaatlerde görülenin
aksine islam oluşda kocadan kadına herhangi bir şey (fayda) ulaşmamaktadır. Hz.
Şuayb da Hz. Musa'yı mehri olmak üzere koyunlarına çobanlık etmesi karşılığında
kızıyla evlendirmişti. Nitekim buna dair açıklamalar Kasas Suresi'nde (bk.
28/27. ayet, lI. başlıkta) gelecektir.
İbn Abbas'ın rivayetine
göre, Resulullah (s.a.v.) ashabından birisine: " Ey filan evlendin mi?
diye sormuş. Hayır kendisiyle evlenebileceğim bir şeyim yok deyince, Hz.
Peygamber şöyle sordu: "Sen kul hu vallahu ahed'i biliyor musun?"
Adam: Evet biliyorum deyince, Hz. Peygamber "işte bu Kuran'ın üçtebirine
denktir. Peki Ayete'l- Kürsı'yi biliyor musun?" Adam yine: Biliyorum dedi,
Hz. Peygamber: "İşte bu da Kuran'ın dörtte birine denktir. Peki Nasr
Suresi'ni (110. sure) bilmiyor musun?" diye sorunca, adam yine; biliyorum
deyince, Hz. Peygamber: "Bu da Kuran'ın dörtte birine denktir. Peki ya İza
Zülzilet (99. sure) 'i bilmiyor musun" deyince, yine adam biliyorum dedi.
Bu sefer Hz. Peygamber: "Bu da Kuran'ın dörtte biri demektir. Evlen, evlen
diye buyurdu."
Derim ki: Darakutni,
Sehl ile ilgili hadisi İbn Mes'ud yoluyla da rivayet etmiştir. Bu rivayette,
Malik'in ve diğerlerinin gösterdiği delili açıklığa kavuşturan bir fazlalık
vardır. Bu rivayette Resulullah (s.a.v.) şöyle sormuştur: "Bu kadını kim
nikahlamak ister." Bunun üzerine o adam kalktı ve: Ben ey Allah'ın Resulü
dedi. Hz. Peygamber: "Senin malın var mı?" diye sorunca, hayır ey
Allahın Resulü, dedi. Hz. Peygamber: "Peki Kur'an'dan (ezber) okuduğun bir
bölüm var mı?" diye sorunca adam: Evet dedi. Bakara Suresi'ni ve mufassal
sürelerden bazılarını biliyorum. Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu
kadını ona Kur'an okutup öğretmen şartıyla sana nikahlıyorum. Allah sana rızık
olarak verecek olursa da ona karşılık verirsin".
Bunun üzerine o adam bu
şartla o kadınla evlendi. İşte bu, -sahih olduğu takdirde- öğretmenin mehir
olamayacağına dair açık bir nassdır. Darakutni ise der ki: Bunu Utbe b.
es-Seken tek başına rivayet etmiştir. O ise hadisi metruk bir kimsedir.
"Tayin edildiği
şekilde" kelimesi ise, hal mevkiinde mastar olarak nasb edilmiştir. Yani
tayin edilmiş olarak, tayin edildiği gibi demektir.
14- Mehrin Artırılıp
Eksiltilmesi:
Yüce Allah'ın:
"Miktarını tayin ettikten sonra da gönül hoşluğu ile uzlaştığınız şey
hakkında size bir vebal yoktur" buyruğu mehri artırmak veya eksiltmek
hususunda vebal sözkonusu değildir, demektir. Mehirin tesbit edilmesinden sonra
karşılıklı rıza ile olursa bu mümkündür. Maksat ise, zifafa girmeden önce koca
karısını boşayacak olursa, kadının kocayı mehirden ibra etmesi, yahutta kocanın
mehri tamamen eksiksiz ödemesidir.
Ayet-i kerimenin mut'a
hakkında olduğunu kabul edenler ise bunu şöyle açıklarlar: İşte bu İslam'ın ilk
dönemlerinde, mut'a süresini artırmak hususunda karşılıklı rıza ile
belirledikleri ücrete bir işarettir.
Çünkü mut'a yasaklanmadan
önce, erkek kadın-ile, mesela bir dinar karşılığında bir ay süre ile evlenir.
Ay sona erdi mi kimi zaman, sen süreyi artır ben de sana mehri artırayım,
derdi. İşte bu ayet-i kerime, (mut'anın caiz olduğu dönemlerde) karşılıklı rıza
ile bunun caiz olduğunu açıklamaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN